Saat
Similar topics
Mayıs 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | ||
6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 |
13 | 14 | 15 | 16 | 17 | 18 | 19 |
20 | 21 | 22 | 23 | 24 | 25 | 26 |
27 | 28 | 29 | 30 | 31 |
En son konular
Hadis-i Şerif
Giriş yap
Kontrol Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Arama
Istatistikler
Toplam 2058 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: emrec77
Kullanıcılarımız toplam 11851 mesaj attılar bunda 4572 konu
Şehîdlerin Efendisi Hazret-i Hamza
İsLaMCoKGuZeL FoRuMLaRı :: •°¤*(¯`° İsLaM ÇoK GüZeL FoRuM °´¯)*¤°• İ S L A M :: Ashab-ı Kiram ve Allah (c.c.) Dostları
1 sayfadaki 1 sayfası
Şehîdlerin Efendisi Hazret-i Hamza
Bu sırada saflar arasında bir o tarafa bir bu tarafa koşup duran İslâm’ın yiğit cengâveri Hazret-i Hamza -radıyallâhu anh-, Vahşî’nin attığı bir mızrakla şehîd oldu. Henüz bir köle olan Vahşî, bunu, Hind’in kendisine va’dettiği hürriyete kavuşmak için yapmıştı. Dehşetli bir hırsla uzun zamandır bu fırsatı bekleyen Hind, Hamza -radıyallâhu anh-’ın karaciğerini çıkartıp ısıracak kadar vahşette ileri gitti. Bundan dolayı ona “Âkiletü’l-Ekbâd” yâni “Ciğer Yiyen” lâkabı takıldı.
Hazret-i Hamza’nın şehâdeti, müslüman saflarında dalga dalga bir mâtem havası estirdi. Zâten karışan saflar, iyice bozuldu. Allâh Teâlâ bu hâli şöyle beyân buyurur:
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
“Siz Allâh’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allâh, size olan va’dini yerine getirmiştir. Nihâyet öyle bir an geldi ki, Allâh arzuladığınızı (gâlibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamber’in verdiği) emir husûsunda tartışmaya kalktınız ve âsî oldunuz. Dünyâyı isteyeniniz de vardı, âhireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allâh, denemek için sizi onlardan (onları mağlûb etmekten) alıkoydu. Ve and olsun sizi bağışladı. Zâten Allâh, mü’minlere karşı çok lutufkârdır.” (Âl-i İmrân, 152)
Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede, okçulardan yerlerini terk edenleri; “Kiminiz dünyâyı arzu ediyordu.” diye îkâz ederken, orayı terk etmeyip şehîd düşenleri de; “Kiminiz de âhireti arzu ediyordu.” buyurarak medh ü senâ etmiştir.
a
Müşrikler, o gün birçok mü’mini şehîd ettiler. Hattâ bir grup müşrik, doğrudan doğruya Allâh Rasûlü’nü hedef alarak saldırıya geçti. Âlemlerin Efendisi’ne yapılan hücûmlar iyice sıklaştı. Talha bin Ubeydullâh der ki:
“Rasûlullâh’ın ashâbı dağılınca, müşrikler saldırıya geçtiler ve Allâh Rasûlü’nü her taraftan kuşattılar. Kendisini, gelen saldırılara karşı, önünden mi, arkasından mı, sağından mı, yoksa solundan mı müdâfaa edeceğimi bilmiyordum. Kılıcımı sıyırıp bir kere önünden, bir kere de arkasından gelenleri uzaklaştırdım, nihâyet dağıldılar.” (Vâkıdî, I, 254)
Müşriklerin keskin nişancısı Mâlik bin Züheyr, Rasûlullâh’a bir ok atmıştı. Talha bin Ubeydullâh, okun Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e isâbet edeceğini anlayınca elini oka karşı tuttu. Ok parmağına çarparak elini çolak bıraktı.139
Muhâcir ve Ensâr’dan bir kısım sahâbîler Allâh Rasûlü’nün etrâfını sardılar; O’nun önünde şehîd olmak üzere bey’at ettiler ve:
“–Yüzüm yüzünün önünde siper, vücûdum Sen’in vücûduna fedâdır! Allâh’ın selâmı her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanından ayrılmayız.” diyerek sonuna kadar savaştılar. (İbn-i Sa’d, II, 46; Vâkıdî, I, 240)
Ebû Talha -radıyallâhu anh-, yayını çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü elinde iki, üç yay kırılmıştı. Allâh Rasûlü yanından ok torbası ile geçen herkese:
“–Ok torbanı Ebû Talha’nın yanına boşalt!” buyurmakta idi. Peygamber Efendimiz, onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını kaldırdıkça Ebû Talha:
“–Yâ Rasûlallâh! Anam-babam Sana fedâ olsun! Başını kaldırma! Belki müşrik oklarından biri isâbet eder. Benim göğsüm Sen’in göğsüne siper olsun. Sana dokunacak, bana dokunsun!” derdi. (Buhârî, Meğâzî, 18)
Katâde bin Nûmân -radıyallâhu anh- da Allâh Rasûlü’nü korumak için önüne durarak yayının başı yamuluncaya kadar müşriklere ok attı. Nihâyetinde kendisi de bir okla gözünden vuruldu. Göz bebeği yanaklarının üzerine aktı. Katâde’yi böyle görünce Allâh Rasûlü’nün gözleri yaşardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Katâde’nin göz bebeğini eliyle aldı ve yerine koydu. Bundan sonra o göz diğerine göre daha güzel oldu ve daha keskin görmeye başladı.140
Hanım sahâbîlerden Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ- da Uhud Savaşı’na katılarak oku ve yayı ile düşmanla çarpışanlardan biridir. Savaştan sonra Medîne’ye dönen Allâh Rasûlü:
“–Harp esnâsında sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Umâre’nin yanıbaşımda çarpıştığını görüyordum.” demiştir. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 479)
Bu vesîleyle Efendimiz’in muhtelif iltifat ve duâlarına mazhar olan Ümmü Umâre Hâtun, Allâh Rasûlü’ne:
“–Allâh’a duâ et de cennette Sana komşu olalım.” dedi.
Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
“–Allâh’ım! Bunları bana cennette komşu ve arkadaş et!” diyerek duâ etti. Bunun üzerine Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ-:
“–Artık bundan sonra dünyâda ne musîbet gelirse gelsin, aldırmam!” dedi. (Vâkıdî, I, 273; İbn-i Sa’d, VIII, 415)
Savaşın kızıştığı anda Allâh Rasûlü’ne karşı yapılan hücûmların birisinde Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın müşrik kardeşi Utbe, Peygamber Efendimiz’e bir taş fırlattı. Atılan taşla, yerleri ve gökleri titreten bir hâdise olarak, Rasûlullâh’ın zırhından iki halka, mübârek yüzlerine battı ve yanağını yararak bir dişini kırdı.141 Rasûl-i Ekrem Efendimiz, fâsık Ebû Âmir’in müslümanlar için kazdığı çukurlardan birine düştü. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, Allâh Rasûlü’nün elinden tuttu, Talha bin Ubeydullâh da ayağa kaldırıp çukurdan çıkardı. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Efendimiz’in yüzüne batan miğfer halkalarından birisini dişiyle çekip çıkardı. Bunu yaparken kendisinin ön dişi de kırıldı. Öteki halkayı çıkarırken bir dişi daha kırıldı. O ân bütün sahâbe-i güzîn ve hattâ melekler, derin bir mâteme büründüler. Bu durum ashâbın son derecede ağırına gitti ve Efendimiz’e:
“–Kureyş müşriklerine bedduâ etseniz?!” dediler.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise:
“–Ben lânetleyici olarak gönderilmedim. Bilâkis doğru yola dâvet edici ve rahmet olarak gönderildim. Allâh’ım! Kavmime hidâyet ver. Çünkü onlar bilmiyorlar.” diyerek duâ etti. (Buhârî, Meğâzî, 24; Heysemî, VI, 117; Vâkıdî, I, 244-247; Kadı Iyâz, I, 95)
Yaralandığı vakit Varlık Nûru Efendimiz:
“–Allâh, Rasûlü’nün yüzünü yaralayan kavme çok gazaplandı!” buyurdu.
Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“–Vallâhi Rasûlullâh’ın bu sözünü duyunca, (O’nu yaralayan) kardeşim Utbe bin Ebî Vakkâs’ı öldürmek için duyduğum hırs kadar, hiç kimseyi öldürmeye hırs duymadım!”
Nitekim Sa’d -radıyallâhu anh- bunun için müşrik saflarını yararak pek çok defâ teşebbüste bulunmuş, ancak Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Sa’d’ın, kardeşini öldürmesine mânî olmuştur.142
Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh-, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında müşriklere durmadan ok yağdırıyor, Varlık Nûru Efendimiz de:
“–At yâ Sa’d! Babam ve anam sana fedâ olsun!” buyuruyordu. Buna şâhid olan Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:
“Ben, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Sa’d hâricinde hiç kimse için; «Babam ve anam sana fedâ olsun!» dediğini duymadım.” demiştir. (Tirmizî, Edeb 61, Menâkıb 26; Ahmed, I, 92)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, büyük bir karışıklığın yaşandığı bu hengâmede dahî sonsuz bir îman metâneti ile Hakk’a tevekkül ediyor, bir taraftan kanayan vech-i mübâreklerini elleriyle silerken, diğer taraftan da Cenâb-ı Hakk’a ilticâ hâlinde:
“Yâ Rabbî! Kavmim câhildir, ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen onlara hidâyet ver!” diye duâya devâm ediyordu.
Sehl bin Sa’d -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Savaşı sırasında yaralanınca Fâtıma -radıyallâhu anhâ- mübârek yüzlerinden kanı yıkamaya başladı. Hazret-i Ali de Fâtıma’ya su döküyordu. Hazret-i Fâtıma suyun kanı gittikçe artırdığını görünce, bir parça hasır aldı; onu yakıp iyice kül hâline getirdikten sonra yaraya bastı. Böylece kan durdu.” (Buhârî, Cihâd, 80; Meğâzî, 24; Müslim, Cihâd, 101)
a
İşte Uhud Harbi, böyle hüzünlü sahnelerin yaşandığı bir hâl almıştı. Harbin seyri başlangıçta mü’minlerin lehine iken, emre itaatsizlik sebebiyle birden müşriklerin lehine dönmüştü. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in etrâfında sâdece on dört kişi kalmıştı. Âlemlerin Efendisi paniğe kapılan birtakım mü’minlere:
“–Ey Allâh’ın kulları! Bana geliniz, ben Allâh’ın Rasûlü’yüm!” diye seslenmeye başladı. (Vâkıdî, I, 237)
Bu hâl, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde buyrulur:
إِذْ تُصْعِدُونَ وَلاَ تَلْوُونَ عَلَى أحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غُمَّاً بِغَمٍّ لِّكَيْلاَ تَحْزَنُواْ عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ مَا أَصَابَكُمْ وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı hâlde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakamıyordunuz. (Allâh) size keder üstüne keder verdi ki, gerek elinizden gidene gerekse de başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allâh yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Âl-i İmrân, 153)
Müslümanların bir kısmı da Hazret-i Peygamber’in şehîd edildiğini duymuş, yıldırım çarpmışçasına sarsılmışlardı. Öyle ki; “Allâh Rasûlü öldükten sonra biz burada ne diye duralım!” deyip savaş alanını terkediyorlardı. Bunlar aslında Medîne’yi korumak için geri dönmüşler, fakat müslüman kadınlar tarafından tekrar geri çevrilmişlerdi.
Bir kısmı ise; “Allâh’ın Rasûlü ölse bile, Allâh bâkîdir!” diyerek harbe devâm ediyordu. Bunlardan Enes bin Nadr -radıyallâhu anh- (meşhur Enes bin Mâlik’in amcası), ye’s içinde ne yapacağını bilemeyen birtakım mü’minlerden Âlemlerin Efendisi’nin şehîd olduğu haberini duyduğunda büyük bir teslîmiyet ve metânetle:
“–Rasûlullâh şehîd olduktan sonra artık yaşayıp da ne yapacaksınız? Haydi siz de O’nun gibi savaşarak şehîd olun!” diye haykırdı ve müşriklerin üzerine hücûm etti. Bir müddet sonra da seksenden fazla yara almış olarak şehâdet şerbetini yudumladı. (Ahmed, III, 253; İbn-i Hişâm, III, 31)
Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
“Amcam Enes bin Nadr -radıyallâhu anh-, Bedir Savaşı’na katılamamıştı. Bu ona çok ağır geldi:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allâh Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşa katılmayı nasîb ederse, neler yapacağımı elbette görecektir.» dedi.
Uhud Gazvesi’ne katıldı. Müslüman safları dağılınca, arkadaşlarını kastederek: «Rabbim! Bunların yaptıklarından dolayı Sana özür beyân ederim!», müşrikleri kastederek de: «Bunların yaptıklarından da berîyim yâ Rabbi!» deyip ilerledi. Sa’d bin Muâz’la karşılaştı ve:
«–Ey Sa’d! İstediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbi’ne yemin ederim ki, Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum.» dedi.
Sa’d daha sonra hâdiseyi Peygamber Efendimiz’e naklederken:
«–Ben onun yaptığını yapamadım yâ Rasûlallâh!» demiştir.
Amcamı şehîd edilmiş olarak bulduk. Vücûdunda seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sâdece kızkardeşi parmak uçlarından tanıdı. Şu âyet, amcam ve onun emsâli hakkında nâzil oldu:
«Mü’minler içinde öyle yiğitler vardır ki, Allâh’a verdikleri sözlerine sadâkat gösterdiler. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehîd düştü), kimi de (sırasını) beklemektedir. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir.» (el-Ahzâb, 23)” (Buhârî, Cihâd, 12; Müslim, İmâre, 148)
Savaş, mü’minlerin aleyhine dönünce harp meydanından kaçanlar, -hikmet-i ilâhî- umûmiyetle şehir dışına çıkarak harp etmek isteyenlerdi. Allâh Teâlâ, onlara hitâben şöyle buyurdu:
وَلَقَدْ كُنتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِن قَبْلِ أَن تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ
“And olsun ki siz, ölümle yüz yüze gelmezden önce onu temennî ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz!” (Âl-i İmrân, 143)
Ölüme hazır olduklarını söyleyip de sonra Varlık Nûru’nun öldüğü hezeyânına bakarak gerisin geriye kaçanlara gelen ilâhî îkaz gâyet şiddetli oldu:
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ
“Muhammed ancak bir Rasûl’dür. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür, ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dîninize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allâh’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allâh şükredenleri mükâfâtlandırır.” (Âl-i İmrân, 144)
O dehşetli gün, bütün her şeye rağmen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir kutup yıldızı gibi yerinden hiç ayrılmayarak nebevî bir dirâyetle mukâvemet gösterdi. Celâdet, cesâret, şecaat ve îtidâli ile ashâbına cengâverlikte de ulvî bir nümûne oldu. Zîrâ Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِين
(139)
إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
(140)
“(Düşmana karşı) gevşeklik göstermeyiniz! (Mağlûb olduk, diye) mahzûn da olmayınız! (Allâh’ın vaadine) inanıyorsanız, mutlakâ üstünsünüz (sonunda gâlip olacaksınız)! Eğer sizin (Uhud’da) yaralanarak canınız yandıysa (Kureyş) kavminin de (Bedir’de) öyle canı yanmıştı. Biz bu günleri insanlar arasında nöbetleşe dolaştırırız. (Bâzı kere siz gâlip olursunuz, bâzı kere de düşmanlarınız gâlip gelir!)…” (Âl-i İmrân, 139-140)
Cenâb-ı Hakk’ın, Peygamberi’ne ve mü’minlere olan merhamet ve lutfu ile Uhud günü, bütün karışıklıklara rağmen, müşrikler hedeflerine varamadılar. Bu arada ashâb-ı kirâm hazarâtı, Rasûlullâh’ı görerek yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Müşriklerin hücûmu göğüslendi. Mü’minler, büyük bir sebatla Allâh Rasûlü’nü korudular. Mekkeli müşrikler, yeniden zâyiat vermeye başladı. Bunun üzerine kayıpların artmaması için biraz geri çekildiler. Bu fırsatı değerlendiren Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Uhud Dağı’na çekildi. Bu defâ da Ebû Süfyân, dağın tepesinden mü’minlerin üzerine sarkmak istediyse de başarılı olamadı.
Bu korkulu anda Allâh Teâlâ mü’minlere bir uyku hâli lutfetti, bulundukları yerde tatlı ve huzur verici bir uykuya daldılar. Hattâ bâzıları ellerindeki kılıçlarını defâlarca yere düşürdüler. Bu uyku sâdece mü’minleri sarmıştı. Müslümanların arasındaki münâfıkların ve şüphecilerin ise gözlerine uyku girmiyordu. Onlar o esnâda endişe içinde düşünüyor, müşriklerin gelip kendilerini öldürmelerinden korkuyorlardı.143
Bir ara, Ebû Süfyân ile Hazret-i Ömer arasında kısa bir tartışma yaşandı.144 Bunun ardından geri dönmek için hareket eden Ebû Süfyân, arzu ettiği tatmîn edici netîceyi elde edememiş olmanın hırsıyla son olarak:
“–Gelecek yıl Bedir’de buluşalım!” dedi.
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- durup Peygamber Efendimiz’in buna ne söyleyeceğini bekledi. Varlık Nûru Efendimiz:
“–Olur! Orası inşâallâh buluşma yerimiz olsun, de!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 45; İbn-i Sa’d, II, 59)
Gerçekte ise müşriklerin içine bir korku düşmüş, onun için dönüyorlardı. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e verilen mûcizelerden biri de, düşmanın gönlüne uzak mesâfelerden bile korku salmasıydı. Cenâb-ı Hak buyurur:
سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ
“Allâh’ın, hakkında hiçbir delîl indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalblerine yakında korku salacağız. Onların gidecekleri yer de cehennemdir. Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür!” (Âl-i İmrân, 151)
İşte müşrikler, kalblerine düşen bu korkunun da tesiriyle, müslümanlara karşı sağladıkları geçici galebeye rağmen tamâmen müdâfaasız olan Medîne’yi istîlâya teşebbüs edemediler. Üstelik yanlarında bir tek müslüman esir bile olmadığı hâlde geri dönüyorlardı. Şüphesiz ki bu, Allâh’ın, Peygamberi’ne ve mü’minlere olan bir lutfu idi.
Uhud’da müşrikler dönüp giderken, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Saf olunuz, Rabbime duâ ve senâda bulunayım!” buyurdu.
Ashâb-ı kirâm Allâh Rasûlü’nün arkasında saf oldular. Peygamber Efendimiz şöyle duâ etti:
“Allâh’ım! Bütün hamd ü senâlar Sana âittir! Allâh’ım! Sen’in yayıp bollaştırdığını daraltacak yok, Sen’in daralttığını da açıp yayacak yok! Sen’in saptırdığını doğrultacak yok, Sen’in hidâyet verdiğini de saptıracak yok! Sen’in vermediğini verecek yok, Sen’in verdiğini de engelleyecek yok! Sen’in uzaklaştırdığını yaklaştıracak yok, Sen’in yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yok!
Allâh’ım! Rahmet ve bereketini, fazl u keremini üzerimize saç! Allâh’ım! Sen’den aslâ değişmeyecek ve hiçbir zaman zâil olmayacak ebedî nîmetler isterim. Allâh’ım! Sen’den yoksulluk gününde nîmet, korkulu günde emniyet dilerim! Allâh’ım! Hem verdiklerinin hem de vermediklerinin şerrinden Sana sığınırım!
Allâh’ım! Îmânı bize sevdir, gönüllerimizi onunla zînetlendir! Bizi küfür, azgınlık ve isyandan nefret ettir! Bizleri dîn ve dünyâ için faydalı olan şeyleri bilenlerden, doğru yola erenlerden eyle!
Allâh’ım! Bizi müslüman olarak öldür, müslüman olarak yaşat! Şeref ve haysiyetimizi yitirmeden, fitnelere mâruz kalmadan, sâlihler zümresine ilhâk eyle!
Allâh’ım! Sen’in peygamberlerini yalanlayan, insanları Sen’in yolundan alıkoyan kâfirler gürûhunu kahreyle! Onların üzerine musîbetini ve azâbını indir. Allâh’ım! Kendilerine kitap verilen kâfirleri de kahreyle! Ey hak ve gerçek olan İlâh! Âmîn!” (Ahmed, III, 424; Hâkim, I, 686-687/1868; III, 26/4308)
Hazret-i Hamza’nın şehâdeti, müslüman saflarında dalga dalga bir mâtem havası estirdi. Zâten karışan saflar, iyice bozuldu. Allâh Teâlâ bu hâli şöyle beyân buyurur:
وَلَقَدْ صَدَقَكُمُ اللّهُ وَعْدَهُ إِذْ تَحُسُّونَهُم بِإِذْنِهِ حَتَّى إِذَا فَشِلْتُمْ وَتَنَازَعْتُمْ فِي الأَمْرِ وَعَصَيْتُم مِّن بَعْدِ مَا أَرَاكُم مَّا تُحِبُّونَ مِنكُم مَّن يُرِيدُ الدُّنْيَا وَمِنكُم مَّن يُرِيدُ الآخِرَةَ ثُمَّ صَرَفَكُمْ عَنْهُمْ لِيَبْتَلِيَكُمْ وَلَقَدْ عَفَا عَنكُمْ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ
“Siz Allâh’ın izni ile düşmanlarınızı öldürürken, Allâh, size olan va’dini yerine getirmiştir. Nihâyet öyle bir an geldi ki, Allâh arzuladığınızı (gâlibiyeti) size gösterdikten sonra zaafa düştünüz; (Peygamber’in verdiği) emir husûsunda tartışmaya kalktınız ve âsî oldunuz. Dünyâyı isteyeniniz de vardı, âhireti isteyeniniz de vardı. Sonra Allâh, denemek için sizi onlardan (onları mağlûb etmekten) alıkoydu. Ve and olsun sizi bağışladı. Zâten Allâh, mü’minlere karşı çok lutufkârdır.” (Âl-i İmrân, 152)
Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede, okçulardan yerlerini terk edenleri; “Kiminiz dünyâyı arzu ediyordu.” diye îkâz ederken, orayı terk etmeyip şehîd düşenleri de; “Kiminiz de âhireti arzu ediyordu.” buyurarak medh ü senâ etmiştir.
a
Müşrikler, o gün birçok mü’mini şehîd ettiler. Hattâ bir grup müşrik, doğrudan doğruya Allâh Rasûlü’nü hedef alarak saldırıya geçti. Âlemlerin Efendisi’ne yapılan hücûmlar iyice sıklaştı. Talha bin Ubeydullâh der ki:
“Rasûlullâh’ın ashâbı dağılınca, müşrikler saldırıya geçtiler ve Allâh Rasûlü’nü her taraftan kuşattılar. Kendisini, gelen saldırılara karşı, önünden mi, arkasından mı, sağından mı, yoksa solundan mı müdâfaa edeceğimi bilmiyordum. Kılıcımı sıyırıp bir kere önünden, bir kere de arkasından gelenleri uzaklaştırdım, nihâyet dağıldılar.” (Vâkıdî, I, 254)
Müşriklerin keskin nişancısı Mâlik bin Züheyr, Rasûlullâh’a bir ok atmıştı. Talha bin Ubeydullâh, okun Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e isâbet edeceğini anlayınca elini oka karşı tuttu. Ok parmağına çarparak elini çolak bıraktı.139
Muhâcir ve Ensâr’dan bir kısım sahâbîler Allâh Rasûlü’nün etrâfını sardılar; O’nun önünde şehîd olmak üzere bey’at ettiler ve:
“–Yüzüm yüzünün önünde siper, vücûdum Sen’in vücûduna fedâdır! Allâh’ın selâmı her dâim Sen’in üzerine olsun! Hiçbir zaman yanından ayrılmayız.” diyerek sonuna kadar savaştılar. (İbn-i Sa’d, II, 46; Vâkıdî, I, 240)
Ebû Talha -radıyallâhu anh-, yayını çok sert çeken bir okçu idi. Uhud günü elinde iki, üç yay kırılmıştı. Allâh Rasûlü yanından ok torbası ile geçen herkese:
“–Ok torbanı Ebû Talha’nın yanına boşalt!” buyurmakta idi. Peygamber Efendimiz, onun arkasından müşriklere bakmak için yükselip başını kaldırdıkça Ebû Talha:
“–Yâ Rasûlallâh! Anam-babam Sana fedâ olsun! Başını kaldırma! Belki müşrik oklarından biri isâbet eder. Benim göğsüm Sen’in göğsüne siper olsun. Sana dokunacak, bana dokunsun!” derdi. (Buhârî, Meğâzî, 18)
Katâde bin Nûmân -radıyallâhu anh- da Allâh Rasûlü’nü korumak için önüne durarak yayının başı yamuluncaya kadar müşriklere ok attı. Nihâyetinde kendisi de bir okla gözünden vuruldu. Göz bebeği yanaklarının üzerine aktı. Katâde’yi böyle görünce Allâh Rasûlü’nün gözleri yaşardı. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Katâde’nin göz bebeğini eliyle aldı ve yerine koydu. Bundan sonra o göz diğerine göre daha güzel oldu ve daha keskin görmeye başladı.140
Hanım sahâbîlerden Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ- da Uhud Savaşı’na katılarak oku ve yayı ile düşmanla çarpışanlardan biridir. Savaştan sonra Medîne’ye dönen Allâh Rasûlü:
“–Harp esnâsında sağıma soluma döndükçe hep Ümmü Umâre’nin yanıbaşımda çarpıştığını görüyordum.” demiştir. (İbn-i Hacer, el-İsâbe, IV, 479)
Bu vesîleyle Efendimiz’in muhtelif iltifat ve duâlarına mazhar olan Ümmü Umâre Hâtun, Allâh Rasûlü’ne:
“–Allâh’a duâ et de cennette Sana komşu olalım.” dedi.
Peygamber Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-:
“–Allâh’ım! Bunları bana cennette komşu ve arkadaş et!” diyerek duâ etti. Bunun üzerine Ümmü Umâre -radıyallâhu anhâ-:
“–Artık bundan sonra dünyâda ne musîbet gelirse gelsin, aldırmam!” dedi. (Vâkıdî, I, 273; İbn-i Sa’d, VIII, 415)
Savaşın kızıştığı anda Allâh Rasûlü’ne karşı yapılan hücûmların birisinde Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın müşrik kardeşi Utbe, Peygamber Efendimiz’e bir taş fırlattı. Atılan taşla, yerleri ve gökleri titreten bir hâdise olarak, Rasûlullâh’ın zırhından iki halka, mübârek yüzlerine battı ve yanağını yararak bir dişini kırdı.141 Rasûl-i Ekrem Efendimiz, fâsık Ebû Âmir’in müslümanlar için kazdığı çukurlardan birine düştü. Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-, Allâh Rasûlü’nün elinden tuttu, Talha bin Ubeydullâh da ayağa kaldırıp çukurdan çıkardı. Ebû Ubeyde bin Cerrâh, Efendimiz’in yüzüne batan miğfer halkalarından birisini dişiyle çekip çıkardı. Bunu yaparken kendisinin ön dişi de kırıldı. Öteki halkayı çıkarırken bir dişi daha kırıldı. O ân bütün sahâbe-i güzîn ve hattâ melekler, derin bir mâteme büründüler. Bu durum ashâbın son derecede ağırına gitti ve Efendimiz’e:
“–Kureyş müşriklerine bedduâ etseniz?!” dediler.
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise:
“–Ben lânetleyici olarak gönderilmedim. Bilâkis doğru yola dâvet edici ve rahmet olarak gönderildim. Allâh’ım! Kavmime hidâyet ver. Çünkü onlar bilmiyorlar.” diyerek duâ etti. (Buhârî, Meğâzî, 24; Heysemî, VI, 117; Vâkıdî, I, 244-247; Kadı Iyâz, I, 95)
Yaralandığı vakit Varlık Nûru Efendimiz:
“–Allâh, Rasûlü’nün yüzünü yaralayan kavme çok gazaplandı!” buyurdu.
Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh- şöyle demiştir:
“–Vallâhi Rasûlullâh’ın bu sözünü duyunca, (O’nu yaralayan) kardeşim Utbe bin Ebî Vakkâs’ı öldürmek için duyduğum hırs kadar, hiç kimseyi öldürmeye hırs duymadım!”
Nitekim Sa’d -radıyallâhu anh- bunun için müşrik saflarını yararak pek çok defâ teşebbüste bulunmuş, ancak Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Sa’d’ın, kardeşini öldürmesine mânî olmuştur.142
Sa’d bin Ebî Vakkâs -radıyallâhu anh-, Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında müşriklere durmadan ok yağdırıyor, Varlık Nûru Efendimiz de:
“–At yâ Sa’d! Babam ve anam sana fedâ olsun!” buyuruyordu. Buna şâhid olan Hazret-i Ali -radıyallâhu anh-:
“Ben, Nebî -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Sa’d hâricinde hiç kimse için; «Babam ve anam sana fedâ olsun!» dediğini duymadım.” demiştir. (Tirmizî, Edeb 61, Menâkıb 26; Ahmed, I, 92)
Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, büyük bir karışıklığın yaşandığı bu hengâmede dahî sonsuz bir îman metâneti ile Hakk’a tevekkül ediyor, bir taraftan kanayan vech-i mübâreklerini elleriyle silerken, diğer taraftan da Cenâb-ı Hakk’a ilticâ hâlinde:
“Yâ Rabbî! Kavmim câhildir, ne yaptıklarını bilmiyorlar. Sen onlara hidâyet ver!” diye duâya devâm ediyordu.
Sehl bin Sa’d -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Uhud Savaşı sırasında yaralanınca Fâtıma -radıyallâhu anhâ- mübârek yüzlerinden kanı yıkamaya başladı. Hazret-i Ali de Fâtıma’ya su döküyordu. Hazret-i Fâtıma suyun kanı gittikçe artırdığını görünce, bir parça hasır aldı; onu yakıp iyice kül hâline getirdikten sonra yaraya bastı. Böylece kan durdu.” (Buhârî, Cihâd, 80; Meğâzî, 24; Müslim, Cihâd, 101)
a
İşte Uhud Harbi, böyle hüzünlü sahnelerin yaşandığı bir hâl almıştı. Harbin seyri başlangıçta mü’minlerin lehine iken, emre itaatsizlik sebebiyle birden müşriklerin lehine dönmüştü. Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in etrâfında sâdece on dört kişi kalmıştı. Âlemlerin Efendisi paniğe kapılan birtakım mü’minlere:
“–Ey Allâh’ın kulları! Bana geliniz, ben Allâh’ın Rasûlü’yüm!” diye seslenmeye başladı. (Vâkıdî, I, 237)
Bu hâl, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle ifâde buyrulur:
إِذْ تُصْعِدُونَ وَلاَ تَلْوُونَ عَلَى أحَدٍ وَالرَّسُولُ يَدْعُوكُمْ فِي أُخْرَاكُمْ فَأَثَابَكُمْ غُمَّاً بِغَمٍّ لِّكَيْلاَ تَحْزَنُواْ عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلاَ مَا أَصَابَكُمْ وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
“O zaman Peygamber arkanızdan sizi çağırdığı hâlde siz, durmadan (savaş alanından) uzaklaşıyor, hiç kimseye dönüp bakamıyordunuz. (Allâh) size keder üstüne keder verdi ki, gerek elinizden gidene gerekse de başınıza gelenlere üzülmeyesiniz. Allâh yaptıklarınızdan haberdârdır.” (Âl-i İmrân, 153)
Müslümanların bir kısmı da Hazret-i Peygamber’in şehîd edildiğini duymuş, yıldırım çarpmışçasına sarsılmışlardı. Öyle ki; “Allâh Rasûlü öldükten sonra biz burada ne diye duralım!” deyip savaş alanını terkediyorlardı. Bunlar aslında Medîne’yi korumak için geri dönmüşler, fakat müslüman kadınlar tarafından tekrar geri çevrilmişlerdi.
Bir kısmı ise; “Allâh’ın Rasûlü ölse bile, Allâh bâkîdir!” diyerek harbe devâm ediyordu. Bunlardan Enes bin Nadr -radıyallâhu anh- (meşhur Enes bin Mâlik’in amcası), ye’s içinde ne yapacağını bilemeyen birtakım mü’minlerden Âlemlerin Efendisi’nin şehîd olduğu haberini duyduğunda büyük bir teslîmiyet ve metânetle:
“–Rasûlullâh şehîd olduktan sonra artık yaşayıp da ne yapacaksınız? Haydi siz de O’nun gibi savaşarak şehîd olun!” diye haykırdı ve müşriklerin üzerine hücûm etti. Bir müddet sonra da seksenden fazla yara almış olarak şehâdet şerbetini yudumladı. (Ahmed, III, 253; İbn-i Hişâm, III, 31)
Enes -radıyallâhu anh- şöyle anlatmaktadır:
“Amcam Enes bin Nadr -radıyallâhu anh-, Bedir Savaşı’na katılamamıştı. Bu ona çok ağır geldi:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allâh Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşa katılmayı nasîb ederse, neler yapacağımı elbette görecektir.» dedi.
Uhud Gazvesi’ne katıldı. Müslüman safları dağılınca, arkadaşlarını kastederek: «Rabbim! Bunların yaptıklarından dolayı Sana özür beyân ederim!», müşrikleri kastederek de: «Bunların yaptıklarından da berîyim yâ Rabbi!» deyip ilerledi. Sa’d bin Muâz’la karşılaştı ve:
«–Ey Sa’d! İstediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbi’ne yemin ederim ki, Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum.» dedi.
Sa’d daha sonra hâdiseyi Peygamber Efendimiz’e naklederken:
«–Ben onun yaptığını yapamadım yâ Rasûlallâh!» demiştir.
Amcamı şehîd edilmiş olarak bulduk. Vücûdunda seksenden fazla kılıç, mızrak ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sâdece kızkardeşi parmak uçlarından tanıdı. Şu âyet, amcam ve onun emsâli hakkında nâzil oldu:
«Mü’minler içinde öyle yiğitler vardır ki, Allâh’a verdikleri sözlerine sadâkat gösterdiler. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehîd düştü), kimi de (sırasını) beklemektedir. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir.» (el-Ahzâb, 23)” (Buhârî, Cihâd, 12; Müslim, İmâre, 148)
Savaş, mü’minlerin aleyhine dönünce harp meydanından kaçanlar, -hikmet-i ilâhî- umûmiyetle şehir dışına çıkarak harp etmek isteyenlerdi. Allâh Teâlâ, onlara hitâben şöyle buyurdu:
وَلَقَدْ كُنتُمْ تَمَنَّوْنَ الْمَوْتَ مِن قَبْلِ أَن تَلْقَوْهُ فَقَدْ رَأَيْتُمُوهُ وَأَنتُمْ تَنظُرُونَ
“And olsun ki siz, ölümle yüz yüze gelmezden önce onu temennî ederdiniz. İşte şimdi onu karşınızda gördünüz!” (Âl-i İmrân, 143)
Ölüme hazır olduklarını söyleyip de sonra Varlık Nûru’nun öldüğü hezeyânına bakarak gerisin geriye kaçanlara gelen ilâhî îkaz gâyet şiddetli oldu:
وَمَا مُحَمَّدٌ إِلاَّ رَسُولٌ قَدْ خَلَتْ مِن قَبْلِهِ الرُّسُلُ أَفَإِن مَّاتَ أَوْ قُتِلَ انقَلَبْتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ وَمَن يَنقَلِبْ عَلَىَ عَقِبَيْهِ فَلَن يَضُرَّ اللّهَ شَيْئًا وَسَيَجْزِي اللّهُ الشَّاكِرِينَ
“Muhammed ancak bir Rasûl’dür. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi O ölür, ya da öldürülürse, gerisin geriye (eski dîninize) mi döneceksiniz? Kim (böyle) geri dönerse, Allâh’a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allâh şükredenleri mükâfâtlandırır.” (Âl-i İmrân, 144)
O dehşetli gün, bütün her şeye rağmen Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bir kutup yıldızı gibi yerinden hiç ayrılmayarak nebevî bir dirâyetle mukâvemet gösterdi. Celâdet, cesâret, şecaat ve îtidâli ile ashâbına cengâverlikte de ulvî bir nümûne oldu. Zîrâ Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
وَلاَ تَهِنُوا وَلاَ تَحْزَنُوا وَأَنتُمُ الأَعْلَوْنَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِين
(139)
إِن يَمْسَسْكُمْ قَرْحٌ فَقَدْ مَسَّ الْقَوْمَ قَرْحٌ مِّثْلُهُ وَتِلْكَ الأيَّامُ نُدَاوِلُهَا بَيْنَ النَّاسِ وَلِيَعْلَمَ اللّهُ الَّذِينَ آمَنُواْ وَيَتَّخِذَ مِنكُمْ شُهَدَاء وَاللّهُ لاَ يُحِبُّ الظَّالِمِينَ
(140)
“(Düşmana karşı) gevşeklik göstermeyiniz! (Mağlûb olduk, diye) mahzûn da olmayınız! (Allâh’ın vaadine) inanıyorsanız, mutlakâ üstünsünüz (sonunda gâlip olacaksınız)! Eğer sizin (Uhud’da) yaralanarak canınız yandıysa (Kureyş) kavminin de (Bedir’de) öyle canı yanmıştı. Biz bu günleri insanlar arasında nöbetleşe dolaştırırız. (Bâzı kere siz gâlip olursunuz, bâzı kere de düşmanlarınız gâlip gelir!)…” (Âl-i İmrân, 139-140)
Cenâb-ı Hakk’ın, Peygamberi’ne ve mü’minlere olan merhamet ve lutfu ile Uhud günü, bütün karışıklıklara rağmen, müşrikler hedeflerine varamadılar. Bu arada ashâb-ı kirâm hazarâtı, Rasûlullâh’ı görerek yavaş yavaş toparlanmaya başladı. Müşriklerin hücûmu göğüslendi. Mü’minler, büyük bir sebatla Allâh Rasûlü’nü korudular. Mekkeli müşrikler, yeniden zâyiat vermeye başladı. Bunun üzerine kayıpların artmaması için biraz geri çekildiler. Bu fırsatı değerlendiren Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Uhud Dağı’na çekildi. Bu defâ da Ebû Süfyân, dağın tepesinden mü’minlerin üzerine sarkmak istediyse de başarılı olamadı.
Bu korkulu anda Allâh Teâlâ mü’minlere bir uyku hâli lutfetti, bulundukları yerde tatlı ve huzur verici bir uykuya daldılar. Hattâ bâzıları ellerindeki kılıçlarını defâlarca yere düşürdüler. Bu uyku sâdece mü’minleri sarmıştı. Müslümanların arasındaki münâfıkların ve şüphecilerin ise gözlerine uyku girmiyordu. Onlar o esnâda endişe içinde düşünüyor, müşriklerin gelip kendilerini öldürmelerinden korkuyorlardı.143
Bir ara, Ebû Süfyân ile Hazret-i Ömer arasında kısa bir tartışma yaşandı.144 Bunun ardından geri dönmek için hareket eden Ebû Süfyân, arzu ettiği tatmîn edici netîceyi elde edememiş olmanın hırsıyla son olarak:
“–Gelecek yıl Bedir’de buluşalım!” dedi.
Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh- durup Peygamber Efendimiz’in buna ne söyleyeceğini bekledi. Varlık Nûru Efendimiz:
“–Olur! Orası inşâallâh buluşma yerimiz olsun, de!” buyurdu. (İbn-i Hişâm, III, 45; İbn-i Sa’d, II, 59)
Gerçekte ise müşriklerin içine bir korku düşmüş, onun için dönüyorlardı. Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e verilen mûcizelerden biri de, düşmanın gönlüne uzak mesâfelerden bile korku salmasıydı. Cenâb-ı Hak buyurur:
سَنُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرُّعْبَ بِمَا أَشْرَكُواْ بِاللّهِ مَا لَمْ يُنَزِّلْ بِهِ سُلْطَانًا وَمَأْوَاهُمُ النَّارُ وَبِئْسَ مَثْوَى الظَّالِمِينَ
“Allâh’ın, hakkında hiçbir delîl indirmediği şeyleri O’na ortak koşmaları sebebiyle, kâfirlerin kalblerine yakında korku salacağız. Onların gidecekleri yer de cehennemdir. Zâlimlerin varacağı yer ne kötüdür!” (Âl-i İmrân, 151)
İşte müşrikler, kalblerine düşen bu korkunun da tesiriyle, müslümanlara karşı sağladıkları geçici galebeye rağmen tamâmen müdâfaasız olan Medîne’yi istîlâya teşebbüs edemediler. Üstelik yanlarında bir tek müslüman esir bile olmadığı hâlde geri dönüyorlardı. Şüphesiz ki bu, Allâh’ın, Peygamberi’ne ve mü’minlere olan bir lutfu idi.
Uhud’da müşrikler dönüp giderken, Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Saf olunuz, Rabbime duâ ve senâda bulunayım!” buyurdu.
Ashâb-ı kirâm Allâh Rasûlü’nün arkasında saf oldular. Peygamber Efendimiz şöyle duâ etti:
“Allâh’ım! Bütün hamd ü senâlar Sana âittir! Allâh’ım! Sen’in yayıp bollaştırdığını daraltacak yok, Sen’in daralttığını da açıp yayacak yok! Sen’in saptırdığını doğrultacak yok, Sen’in hidâyet verdiğini de saptıracak yok! Sen’in vermediğini verecek yok, Sen’in verdiğini de engelleyecek yok! Sen’in uzaklaştırdığını yaklaştıracak yok, Sen’in yaklaştırdığını da uzaklaştıracak yok!
Allâh’ım! Rahmet ve bereketini, fazl u keremini üzerimize saç! Allâh’ım! Sen’den aslâ değişmeyecek ve hiçbir zaman zâil olmayacak ebedî nîmetler isterim. Allâh’ım! Sen’den yoksulluk gününde nîmet, korkulu günde emniyet dilerim! Allâh’ım! Hem verdiklerinin hem de vermediklerinin şerrinden Sana sığınırım!
Allâh’ım! Îmânı bize sevdir, gönüllerimizi onunla zînetlendir! Bizi küfür, azgınlık ve isyandan nefret ettir! Bizleri dîn ve dünyâ için faydalı olan şeyleri bilenlerden, doğru yola erenlerden eyle!
Allâh’ım! Bizi müslüman olarak öldür, müslüman olarak yaşat! Şeref ve haysiyetimizi yitirmeden, fitnelere mâruz kalmadan, sâlihler zümresine ilhâk eyle!
Allâh’ım! Sen’in peygamberlerini yalanlayan, insanları Sen’in yolundan alıkoyan kâfirler gürûhunu kahreyle! Onların üzerine musîbetini ve azâbını indir. Allâh’ım! Kendilerine kitap verilen kâfirleri de kahreyle! Ey hak ve gerçek olan İlâh! Âmîn!” (Ahmed, III, 424; Hâkim, I, 686-687/1868; III, 26/4308)
yağmur- Özel Üye
- Aktiflik :
Uyarı Seviyesi :
Mesaj Sayısı : 3962
Puanı : 4330
Teşekkür : 72
Kayıt tarihi : 27/01/10
İsLaMCoKGuZeL FoRuMLaRı :: •°¤*(¯`° İsLaM ÇoK GüZeL FoRuM °´¯)*¤°• İ S L A M :: Ashab-ı Kiram ve Allah (c.c.) Dostları
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Salı Haz. 29, 2021 3:43 pm tarafından yağmur
» Gül’den hiç ders almıyor musun?
Salı Haz. 29, 2021 3:42 pm tarafından yağmur
» Kadir Geceniz Mübarek Olsun
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:51 pm tarafından yağmur
» Kadir Geceniz Mübarek Olsun
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:50 pm tarafından yağmur
» Elveda Ey Şehri Ramazan
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:48 pm tarafından yağmur
» Kadir Gecesinde :((
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:46 pm tarafından yağmur
» Ramazan-ı Şerif Giderken
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:44 pm tarafından yağmur
» Ateşten Lokma..!
Paz Ara. 01, 2019 5:43 pm tarafından yağmur
» Kadir Suresi, Okunuşu ve Anlamı
Cuma Mayıs 31, 2019 10:09 am tarafından yağmur
» Allah'ım (c.c.)
Paz Mayıs 05, 2019 7:49 am tarafından yağmur
» En Güzel Duâlar ve Anlamları
Paz Mayıs 05, 2019 7:48 am tarafından yağmur
» Amin
Paz Mayıs 05, 2019 7:46 am tarafından yağmur
» Yetişin...
Paz Mayıs 05, 2019 7:43 am tarafından yağmur
» Ramazan-ı Şerif Ne Demek ?
Paz Mayıs 05, 2019 7:42 am tarafından yağmur
» Ramazan-ı Şerifiniz Mübarek Olsun
Paz Mayıs 05, 2019 7:38 am tarafından yağmur
» Ya Rabbi (c.c.) Ateşten [Cehennemden] Azat Edilenlerden Eyle Bizleri
Paz Mayıs 05, 2019 7:31 am tarafından yağmur
» Abdestten Sonra Yapılan Dualar (Arapça Türkçe)
Paz Ara. 30, 2018 9:36 am tarafından yağmur
» Kendimden Kaçabilsem
Çarş. Kas. 28, 2018 8:11 pm tarafından yağmur
» Özleminle Ey Sevgili
Çarş. Kas. 28, 2018 7:43 pm tarafından yağmur
» Gönlümüzü, gülümüzü soldurma Allâh'ım!
Çarş. Kas. 28, 2018 7:28 pm tarafından yağmur
» Af Dilerim..
Çarş. Kas. 28, 2018 7:26 pm tarafından yağmur
» Ya Rabbah :(
Çarş. Kas. 28, 2018 7:19 pm tarafından yağmur
» Gül Efendim (S.A.V.)
Çarş. Kas. 28, 2018 7:13 pm tarafından yağmur
» Hayâdan ölen kişinin bedeni, sürmelenir..
Çarş. Kas. 28, 2018 7:12 pm tarafından yağmur
» Ey Yar (S.A.V.)
Çarş. Kas. 28, 2018 7:11 pm tarafından yağmur
» Onur, Can ve Mal Gibi Dokunulmazdır..
Ptsi Kas. 19, 2018 9:26 am tarafından yağmur
» O'nun (s.a.v) Ahlâkı Kur'an'dı.
Ptsi Kas. 19, 2018 9:26 am tarafından yağmur
» Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)'i Sevmeliyiz..!
Ptsi Kas. 19, 2018 9:25 am tarafından yağmur
» Çağın Karanlığından Peygamberimizin Huzur'una?
Ptsi Kas. 19, 2018 9:22 am tarafından yağmur
» Şefaat Ya Rasulallah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)
Ptsi Kas. 19, 2018 9:20 am tarafından yağmur
» Milletimizin ve Tüm İslâm Aleminin Mevlid Kandili Hakkımızda Hayırlara Vesile Olsun.
Ptsi Kas. 19, 2018 9:17 am tarafından yağmur
» Ya Rasulallah (SAV)
Ptsi Kas. 19, 2018 9:16 am tarafından yağmur
» Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz'in Mübarek Doğum Günü "MEVLİD KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN"
Ptsi Kas. 19, 2018 7:53 am tarafından yağmur
» ❤Mevlid Kandiliniz Mübarek Olsun❤
Ptsi Kas. 19, 2018 7:45 am tarafından yağmur
» Minber’den Ötelere Bakış
Perş. Kas. 15, 2018 10:47 am tarafından yağmur
» Örnek Hanımefendi Hz. Fatıma Radıyallahü anhâ
Perş. Kas. 15, 2018 10:36 am tarafından yağmur
» Hayret Doğrusu
Paz Ekim 07, 2018 4:04 pm tarafından yağmur
» Göz Kalbin Elçisidir
Paz Ekim 07, 2018 3:56 pm tarafından yağmur
» Rabbül-âlemin, âşıklar için Yâr'dır..
Paz Ekim 07, 2018 3:55 pm tarafından yağmur
» Her Sabah Sizden 8 Şey İsteniyor.!
Paz Ekim 07, 2018 3:54 pm tarafından yağmur
» Başkaları Bilmese de Olur..
Paz Ekim 07, 2018 1:16 pm tarafından yağmur
» Sohbet; Güzelle Güzeldir..
Paz Ekim 07, 2018 1:15 pm tarafından yağmur
» İSLAM'IN KADINA VERDİĞİ DEĞER.. (Bir de bu açıdan düşünün..!)
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:26 pm tarafından yağmur
» BOZUK SİMİT PARALARI İLE CENNETİ SATINALMAK
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:24 pm tarafından yağmur
» Artan Pilav
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:24 pm tarafından yağmur
» Ömür Sermayesi..
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:21 pm tarafından yağmur
» Mecnun ve Devesi
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:20 pm tarafından yağmur
» Usta ve Şaşı Çırak..
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:18 pm tarafından yağmur
» İlâhi ente maksûdî ve rızâke matlûbî
Paz Eyl. 23, 2018 1:15 pm tarafından yağmur
» Bakî olan yalnız Allah (c.c.)’tır..
Paz Eyl. 23, 2018 1:12 pm tarafından yağmur