Saat
Similar topics
Mayıs 2024
Ptsi | Salı | Çarş. | Perş. | Cuma | C.tesi | Paz |
---|---|---|---|---|---|---|
1 | 2 | 3 | 4 | 5 | ||
6 | 7 | 8 | 9 | 10 | 11 | 12 |
13 | 14 | 15 | 16 | 17 | 18 | 19 |
20 | 21 | 22 | 23 | 24 | 25 | 26 |
27 | 28 | 29 | 30 | 31 |
En son konular
Hadis-i Şerif
Giriş yap
Kontrol Paneli
Profiliniz Bilgiler Seçenekler İmza Avatar |
Sosyal Arkadaş ve Tanınmamış Üye listesi Grup |
Özel Mesaj Gelen Kutusu ÖM Gönder |
Gözlenmiş Konular |
Arama
Istatistikler
Toplam 2058 kayıtlı kullanıcımız varSon kaydolan kullanıcımız: emrec77
Kullanıcılarımız toplam 11851 mesaj attılar bunda 4572 konu
Mekkei Mükerremenin Fethi
1 sayfadaki 1 sayfası
Mekkei Mükerremenin Fethi
Mekke-i Mükerreme’nin Fethi -1-
Şüphe yok ki, 1 Ocak 630 târihinde “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi”, “İslâm Târihi”nin en önemli kilometre taşlarından biridir. Geçen hafta, yılbaşıyla ilgili yazılar yazdığımız için, bu konu bu haftaya kaldı.
Bilindiği üzere, Muhammed aleyhisselâma Peygamberlik verilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye da’vete başladığı günden i’tibâren müşrikler O’na karşı çıktılar. Mekkeli müşrikler; sevgili Peygamberimize de, diğer Müslümânlara da çok şiddetli düşmânlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tarafından, Müslümânların hicret etmelerine izin verildi. Sayıca az olan ilk Müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, mallarını-mülklerini bırakarak, Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicret etmişlerdir.
Ama sekiz yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu hâlinde geri dönüp orayı fethetmişlerdir.
Hicretin altıncı yılında Peygamber Efendimizle “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâlayan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devâmı için Müslümânlarca yapılan yeni teklîflere de uymadılar.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 1 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvere’den 10.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerreme’yi teslîm aldı. Düşmânlarına da; “Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.
Peygamberimizin, Mekkeli müşriklerle biri sulh, diğeri de harp devri olmak üzere iki şekilde münâsebeti oldu. Sulh devrinde müşriklerin alay, hakâret, işkence, bütün münâsebetleri kesme ve şiddete başvurma gibi çeşitli safhalarda sürdürdükleri düşmânlık, hicretin ikinci yılında harp şekline dönüştü.
Müslümânların Mekke’den Medîne’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan Müslümânlar üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek... gibi kanlı savaşlar yapıldı. Bu savaşlarda Müslümânlar karşısında tutunamayıp perişân oldular. Nihâyet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabûl ettiler ve “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâladılar.
On yıl süre için imzâlanan bu antlaşmanın bir maddesine göre, Kureyş kabîlesi dışında kalan diğer Arap kabîleleri, Müslümânlardan veya müşriklerden istedikleri tarafın himâyesine girebileceklerdi. Bu antlaşma gereğince, Huzâa kabîlesi Peygamberimizin, Benî Bekr kabilesi de müşriklerin himâyesine girmişti. Bu iki kabîle arasında eskiden beri süregelen bir düşmânlık vardı. Bahâneler arayarak hâdise çıkarmak isteniyordu.
Bir gün Mekkeli müşriklerin himâyesindeki Benî Bekr kabilesinden biri, şiir okuyarak Peygamber Efendimizi hicvetmeye yeltendi. Huzâa kabilesinden bir genç, buna râzı olmayıp, hicvedici şiir okuyan adama bundan vazgeçmesini söyledi; fakat o vazgeçmedi. Bunun üzerine başına vurup yardı ve susturdu. Benî Bekr kabilesi, bu hâdiseyi bahâne ederek Huzâa kabîlesi üzerine ânîden saldırdı. Kureyş müşrikleri de bu saldırıda Benî Bekr kabîlesine yardımda bulundukları gibi, ayrıca kıyâfet değiştirerek onlarla birlikte Huzâa kabîlesi üzerine saldırdılar ve yirmiüç kişiyi öldürdüler... Bu saldırıda, bilfiil çarpışmaya da katılan Kureyş müşrikleri, “Hudeybiye Antlaşması”nı bozdular.
Huzâa kabîlesi, durumu Peygamber Efendimize arz etmek üzere, kabîleden 40 kişilik bir hey’eti Medîne’ye gönderdiler. Peygamberimiz, Huzâa kabilesinden gelen hey’eti, kendilerine mutlakâ yardım edeceklerini va’d ederek, yurtlarına geri gönderdi.
Sevgili Peygamberimiz, bunun üzerine Mekkeli müşriklere haber göndererek; “Ya Huzâa kabîlesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Benî Bekr kabîlesini himâyeden vazgeçiniz. Bunlardan birini kabûl etmezseniz, ‘Hudeybiye Antlaşması’nı bozduğunuzu ve bunun netîcesi olarak sizinle harb edeceğimizi biliniz” teklîfinde bulundu.
Mekkeli müşrikler bu teklîfleri kabûl etmediklerini ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece “Hudeybiye Antlaşması” resmen bozulmuş oldu. Antlaşmayı bozan Kureyş müşrikleri, kısa bir müddet sonra da antlaşmayı yenilemek istediler. Bu maksatla, o zaman henüz Müslümân olmamış olan Ebû Süfyân’ı Medîne’ye gönderdiler.
Ahmed Doğrusözlü
Şüphe yok ki, 1 Ocak 630 târihinde “Mekke-i Mükerreme’nin Fethi”, “İslâm Târihi”nin en önemli kilometre taşlarından biridir. Geçen hafta, yılbaşıyla ilgili yazılar yazdığımız için, bu konu bu haftaya kaldı.
Bilindiği üzere, Muhammed aleyhisselâma Peygamberlik verilip insanları şirkten, putlara tapmaktan vazgeçmeye ve Allahü teâlâya îmân etmeye da’vete başladığı günden i’tibâren müşrikler O’na karşı çıktılar. Mekkeli müşrikler; sevgili Peygamberimize de, diğer Müslümânlara da çok şiddetli düşmânlık gösterdiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tarafından, Müslümânların hicret etmelerine izin verildi. Sayıca az olan ilk Müslümânlar, müşriklerin hücûmları karşısında, îmânlarını korumak ve yaymak maksadıyla, mallarını-mülklerini bırakarak, Mekke-i mükerreme’den Medîne-i münevvere’ye hicret etmişlerdir.
Ama sekiz yıl sonra güçlü ve kalabalık bir ordu hâlinde geri dönüp orayı fethetmişlerdir.
Hicretin altıncı yılında Peygamber Efendimizle “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâlayan Mekkeli müşrikler, iki yıl sonra bu antlaşmayı bozdular. Sulhun devâmı için Müslümânlarca yapılan yeni teklîflere de uymadılar.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz ve hâzırladığı İslâm ordusu, hicretin 8. yılında, 1 Ocak 630 târihinde, Medîne-i münevvere’den 10.000 kişilik bir ordu ile gelerek, harp etmeden ve kan dökmeden Mekke-i mükerreme’yi teslîm aldı. Düşmânlarına da; “Sizin hiçbirinizi, sorguya çekecek değilim. Gidiniz, hepiniz serbestsiniz!” buyurdu.
Peygamberimizin, Mekkeli müşriklerle biri sulh, diğeri de harp devri olmak üzere iki şekilde münâsebeti oldu. Sulh devrinde müşriklerin alay, hakâret, işkence, bütün münâsebetleri kesme ve şiddete başvurma gibi çeşitli safhalarda sürdürdükleri düşmânlık, hicretin ikinci yılında harp şekline dönüştü.
Müslümânların Mekke’den Medîne’ye hicret etmesinden sonra da düşmânlıklarını devâm ettiren müşrikler, ordu hazırlayıp Medîne’de bulunan Müslümânlar üzerine yürüdüler. Bedir, Uhud, Hendek... gibi kanlı savaşlar yapıldı. Bu savaşlarda Müslümânlar karşısında tutunamayıp perişân oldular. Nihâyet hicretin altıncı yılında Peygamberimizle sulh yapmayı kabûl ettiler ve “Hudeybiye Antlaşması”nı imzâladılar.
On yıl süre için imzâlanan bu antlaşmanın bir maddesine göre, Kureyş kabîlesi dışında kalan diğer Arap kabîleleri, Müslümânlardan veya müşriklerden istedikleri tarafın himâyesine girebileceklerdi. Bu antlaşma gereğince, Huzâa kabîlesi Peygamberimizin, Benî Bekr kabilesi de müşriklerin himâyesine girmişti. Bu iki kabîle arasında eskiden beri süregelen bir düşmânlık vardı. Bahâneler arayarak hâdise çıkarmak isteniyordu.
Bir gün Mekkeli müşriklerin himâyesindeki Benî Bekr kabilesinden biri, şiir okuyarak Peygamber Efendimizi hicvetmeye yeltendi. Huzâa kabilesinden bir genç, buna râzı olmayıp, hicvedici şiir okuyan adama bundan vazgeçmesini söyledi; fakat o vazgeçmedi. Bunun üzerine başına vurup yardı ve susturdu. Benî Bekr kabilesi, bu hâdiseyi bahâne ederek Huzâa kabîlesi üzerine ânîden saldırdı. Kureyş müşrikleri de bu saldırıda Benî Bekr kabîlesine yardımda bulundukları gibi, ayrıca kıyâfet değiştirerek onlarla birlikte Huzâa kabîlesi üzerine saldırdılar ve yirmiüç kişiyi öldürdüler... Bu saldırıda, bilfiil çarpışmaya da katılan Kureyş müşrikleri, “Hudeybiye Antlaşması”nı bozdular.
Huzâa kabîlesi, durumu Peygamber Efendimize arz etmek üzere, kabîleden 40 kişilik bir hey’eti Medîne’ye gönderdiler. Peygamberimiz, Huzâa kabilesinden gelen hey’eti, kendilerine mutlakâ yardım edeceklerini va’d ederek, yurtlarına geri gönderdi.
Sevgili Peygamberimiz, bunun üzerine Mekkeli müşriklere haber göndererek; “Ya Huzâa kabîlesinden öldürülenlerin diyetini (kan bedelini) ödeyiniz veya Benî Bekr kabîlesini himâyeden vazgeçiniz. Bunlardan birini kabûl etmezseniz, ‘Hudeybiye Antlaşması’nı bozduğunuzu ve bunun netîcesi olarak sizinle harb edeceğimizi biliniz” teklîfinde bulundu.
Mekkeli müşrikler bu teklîfleri kabûl etmediklerini ve harbe hazırlanacaklarını bildirdiler. Böylece “Hudeybiye Antlaşması” resmen bozulmuş oldu. Antlaşmayı bozan Kureyş müşrikleri, kısa bir müddet sonra da antlaşmayı yenilemek istediler. Bu maksatla, o zaman henüz Müslümân olmamış olan Ebû Süfyân’ı Medîne’ye gönderdiler.
Ahmed Doğrusözlü
yağmur- Özel Üye
- Aktiflik :
Uyarı Seviyesi :
Mesaj Sayısı : 3962
Puanı : 4330
Teşekkür : 72
Kayıt tarihi : 27/01/10
Geri: Mekkei Mükerremenin Fethi
Ebû Süfyân, Medîne’de kendi kızı ve Peygamberimizin zevcesi olan Ümmü Habîbe’ye ve Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerine, sonra da Peygamberimize gidip, sulhu yenilemek istediklerini söylediyse de müsbet cevap alamadı. Ebû Süfyân, son olarak Hazret-i Alî ile görüştü. Alî (radıyallahü anh) ona; “Sen, Kureyş’in ileri gelenisin, çıkıp halk içinde antlaşmayı yeniliyorum” dersin, diyerek başından savdı.
Ebû Süfyân, Peygamberimizin mescidine girdi; “Ey insanlar! Ben her iki tarafı da himâyeme alıyor, sulhu yeniliyorum” dedi. Peygamberimiz; “Yâ Ebâ Süfyân! Sen bunu (kendi kendine) söylüyorsun, ben değil” buyurdu. Ebû Süfyân, bundan sonra Mekke’ye döndü...
Ebû Süfyân döndükten sonra, Peygamberimiz, Hazret-i Ebû Bekr’le Hazret-i Ömer’i çağırdı. İstişâre yaptı ve harbe karâr verdi. Hâzırlığa başlanıp, ordu toplandı. Bütün hâzırlıklar gizli tutuldu. Ancak bu durum Medîne’den Mekke’ye gitmekte olan bir kadın vâsıtasıyla gönderilen mektupla Mekkelilere haber verilmek istendi. Bâzı sebeplerle girişilen bu teşebbüs, Allahü teâlâ tarafından, Cebrâil aleyhisselâmla, Peygamberimize haber gönderilerek bildirildi.
Peygamberimiz, Hazret-i Ali ile Hazret-i Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i (radıyallahü anhüm) çağırıp; “Sür’atle gidiniz, Hâh denilen yere vardığınızda bir hâtûn bulursunuz. Onda bir mektup vardır. O mektûbu alıp bana getiriniz” buyurdu. Sür’atle gidip kadını buldular. Mektûbu istediklerinde kadın; “Benim yanımda mektup yok” diyerek gizlemek istedi. Hazret-i Ali kılıcını çekip; “Resûlullah asla yalan söylemez” deyince, kadın saç örgüsünün arasına sakladığı mektûbu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellendi.
Sevgili Peygamberimiz, bütün hâzırlıkları tamâmladıktan sonra, on bin kişilik bir ordu ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Medîne’den hareket, ramazânın ilk günlerinde idi. Bu sırada Hazret-i Abbâs da Medîne’ye hicret ediyordu. Yolda İslâm ordusu ile karşılaştı. Daha önce Müslümân olduğu hâlde, durumu müşriklerden gizleyerek Mekke’de kalmıştı...
Peygamberimiz, ordusuyla Mekke’ye yaklaşırken, yollar tamâmen tutulmuş olduğu için, Kureyş müşrikleri, üzerlerine gelen İslâm ordusundan habersizdi. Sevgili Peygamberimiz, savaş düzenine soktuğu ordusunda, kabîlelere bayrak ve sancaklar verdi. “Merru’z-Zahrân” denilen yere varınca karargâh kuruldu. Burada Peygamberimiz, gece vakti on bin ateş yakılmasını emretti. Her birlik kendi çadırı önünde ateş yaktı. Bir anda her tarafı aydınlatan binlerce ateşin yandığını gören Mekkeliler, neye uğradıklarını anlayamayıp iyice şaşırdılar. Hemen Ebû Süfyan’ın yanına toplandılar.
Ebû Süfyân, yanına aldığı üç dört kişiyle durumu öğrenmek için İslâm ordusunun bulunduğu yere doğru yürüdü. Karargâha yaklaştığı sırada, İslâm askerleri onu yakaladılar. Hazret-i Abbâs onu alıp Resûlullah’ın huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Ebû Süfyân’ı affedip, amcası Abbâs’a; “Onu bu gece çadırına götür, sabâhleyin bana getir” buyurdu.
Sabâh olunca Resûlullah’ın huzûruna götürüldüğünde; “Ey Ebû Süfyân! Henüz, ‘Lâ ilâhe illallah’ diyeceğin vakit gelmedi mi?” buyurdu. Ebû Süfyân, Peygamberimize; “Anam-babam sana fedâ olsun. Bu kadar cefâdan sonra beni hidâyete çağırıyorsun, ne hoş hilm ve ne güzel kerem sâhibisin. İnandım ki Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur” dedi ve Kelime-i şehâdeti söyleyerek Müslümân oldu.
Peygamberimiz, Ebû Süfyân’a (radıyallahü anh); “Kim Ebû Süfyan’ın evine, Kâbe’ye, Mescid-i Harâm’a ve kendi evine sığınırsa emîndir” buyurarak Mekke’li müşriklere bunu bildirmesini emretti. Ebû Süfyân, Mekke’ye dönmek üzere izin istediğinde, Peygamberimiz, amcası Hazret-i Abbâs’a; “Ebû Süfyân’ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun büyüklüğünü görsün” buyurdu.
Abbâs (radıyallahü anh); onu alıp ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götürdü. Ordu hareket edip, Eshâb-ı kirâm kabîle kabîle Ebû Süfyân’ın önünden geçiyor, “Allahü ekber” sadâları her tarafı çınlatıyordu. Her birlik geçtikçe, Abbâs (radıyallahü anh), ona tanıtıyordu. En son, Peygamberimizin bulunduğu birlik geçti. Bundan sonra Ebû Süfyân sür’atle Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca, kendisini heyecân ve endîşe ile bekleyen Kureyşlilere: “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed’dir (sallallahü aleyhi ve sellem); karşısına çıkılmayacak bir kuvvetle Mekke’ye geliyor. Her kim Mescid-i harâma veya Ebû Süfyân’ın evine sığınır yâhûd kendi evine kapanırsa emîndir” dedi.
Ahmed Doğrusözlü
Ebû Süfyân, Peygamberimizin mescidine girdi; “Ey insanlar! Ben her iki tarafı da himâyeme alıyor, sulhu yeniliyorum” dedi. Peygamberimiz; “Yâ Ebâ Süfyân! Sen bunu (kendi kendine) söylüyorsun, ben değil” buyurdu. Ebû Süfyân, bundan sonra Mekke’ye döndü...
Ebû Süfyân döndükten sonra, Peygamberimiz, Hazret-i Ebû Bekr’le Hazret-i Ömer’i çağırdı. İstişâre yaptı ve harbe karâr verdi. Hâzırlığa başlanıp, ordu toplandı. Bütün hâzırlıklar gizli tutuldu. Ancak bu durum Medîne’den Mekke’ye gitmekte olan bir kadın vâsıtasıyla gönderilen mektupla Mekkelilere haber verilmek istendi. Bâzı sebeplerle girişilen bu teşebbüs, Allahü teâlâ tarafından, Cebrâil aleyhisselâmla, Peygamberimize haber gönderilerek bildirildi.
Peygamberimiz, Hazret-i Ali ile Hazret-i Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i (radıyallahü anhüm) çağırıp; “Sür’atle gidiniz, Hâh denilen yere vardığınızda bir hâtûn bulursunuz. Onda bir mektup vardır. O mektûbu alıp bana getiriniz” buyurdu. Sür’atle gidip kadını buldular. Mektûbu istediklerinde kadın; “Benim yanımda mektup yok” diyerek gizlemek istedi. Hazret-i Ali kılıcını çekip; “Resûlullah asla yalan söylemez” deyince, kadın saç örgüsünün arasına sakladığı mektûbu çıkarıp verdi. Böylece haber verme teşebbüsü engellendi.
Sevgili Peygamberimiz, bütün hâzırlıkları tamâmladıktan sonra, on bin kişilik bir ordu ile Mekke’ye doğru yola çıktı. Medîne’den hareket, ramazânın ilk günlerinde idi. Bu sırada Hazret-i Abbâs da Medîne’ye hicret ediyordu. Yolda İslâm ordusu ile karşılaştı. Daha önce Müslümân olduğu hâlde, durumu müşriklerden gizleyerek Mekke’de kalmıştı...
Peygamberimiz, ordusuyla Mekke’ye yaklaşırken, yollar tamâmen tutulmuş olduğu için, Kureyş müşrikleri, üzerlerine gelen İslâm ordusundan habersizdi. Sevgili Peygamberimiz, savaş düzenine soktuğu ordusunda, kabîlelere bayrak ve sancaklar verdi. “Merru’z-Zahrân” denilen yere varınca karargâh kuruldu. Burada Peygamberimiz, gece vakti on bin ateş yakılmasını emretti. Her birlik kendi çadırı önünde ateş yaktı. Bir anda her tarafı aydınlatan binlerce ateşin yandığını gören Mekkeliler, neye uğradıklarını anlayamayıp iyice şaşırdılar. Hemen Ebû Süfyan’ın yanına toplandılar.
Ebû Süfyân, yanına aldığı üç dört kişiyle durumu öğrenmek için İslâm ordusunun bulunduğu yere doğru yürüdü. Karargâha yaklaştığı sırada, İslâm askerleri onu yakaladılar. Hazret-i Abbâs onu alıp Resûlullah’ın huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Ebû Süfyân’ı affedip, amcası Abbâs’a; “Onu bu gece çadırına götür, sabâhleyin bana getir” buyurdu.
Sabâh olunca Resûlullah’ın huzûruna götürüldüğünde; “Ey Ebû Süfyân! Henüz, ‘Lâ ilâhe illallah’ diyeceğin vakit gelmedi mi?” buyurdu. Ebû Süfyân, Peygamberimize; “Anam-babam sana fedâ olsun. Bu kadar cefâdan sonra beni hidâyete çağırıyorsun, ne hoş hilm ve ne güzel kerem sâhibisin. İnandım ki Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur” dedi ve Kelime-i şehâdeti söyleyerek Müslümân oldu.
Peygamberimiz, Ebû Süfyân’a (radıyallahü anh); “Kim Ebû Süfyan’ın evine, Kâbe’ye, Mescid-i Harâm’a ve kendi evine sığınırsa emîndir” buyurarak Mekke’li müşriklere bunu bildirmesini emretti. Ebû Süfyân, Mekke’ye dönmek üzere izin istediğinde, Peygamberimiz, amcası Hazret-i Abbâs’a; “Ebû Süfyân’ı al, ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götür, İslâm ordusunun büyüklüğünü görsün” buyurdu.
Abbâs (radıyallahü anh); onu alıp ordunun geçeceği yolun dar bir yerine götürdü. Ordu hareket edip, Eshâb-ı kirâm kabîle kabîle Ebû Süfyân’ın önünden geçiyor, “Allahü ekber” sadâları her tarafı çınlatıyordu. Her birlik geçtikçe, Abbâs (radıyallahü anh), ona tanıtıyordu. En son, Peygamberimizin bulunduğu birlik geçti. Bundan sonra Ebû Süfyân sür’atle Mekke’ye döndü. Mekke’ye varınca, kendisini heyecân ve endîşe ile bekleyen Kureyşlilere: “Ey Kureyş! Bu gelen Muhammed’dir (sallallahü aleyhi ve sellem); karşısına çıkılmayacak bir kuvvetle Mekke’ye geliyor. Her kim Mescid-i harâma veya Ebû Süfyân’ın evine sığınır yâhûd kendi evine kapanırsa emîndir” dedi.
Ahmed Doğrusözlü
yağmur- Özel Üye
- Aktiflik :
Uyarı Seviyesi :
Mesaj Sayısı : 3962
Puanı : 4330
Teşekkür : 72
Kayıt tarihi : 27/01/10
Geri: Mekkei Mükerremenin Fethi
Hira’dan Mekke’nin Fethi’ne
İnsanlık bunalmıştı. Huzur ve barış ikliminde insanca yaşamanın özlemini çekiyordu. Bunun için de kurtarıcı bir el bekliyordu. İnsanlığın beklediği güneş, Nur Dağı'ndaki Hira mağarasında doğuyor ve oradan da bütün insanlığı aydınlatmaya başlıyordu. Mekke'nin Fethi'ni Hira'dan başlatmak daha sağlıklı olacaktır. Çünkü, Mekke'nin Fethi bir sonuçtur. Sonucu hazırlayan sebepleri bilmeden, Mekke'nin Fethi'ni anlayabilmek mümkün değildir. Hira'dan doğan İslamiyet güneşinin dalga dalga insanlığı nasıl aydınlattığını, İslam'ın toplum hayatına nüfuz edişinin usul ve metodlarını ancak bu şekilde hakkıyla kavrayabiliriz.
İlk inen Alak Suresi'nin ilk beş ayetinde üç anahtar kelime görüyoruz: 1. Oku: Öğrenme ve anlamanın yolu budur. 2. Öğret: Bilenin başkalarına öğretme sorumluluğu vardır. İnsanlar ilimle aydınlanır. 3. Kalemle yaz: Bilgiyi geleceğe taşımak ve daha çok insana ulaştırmak bu yöntemle gerçekleşir.
Allah Rasülü (s.a.v) İslam davetini, ilk üç sene gizli; daha sonra da açıktan yaptı. İslam'ın mesajını Mekkelilere ulaştırdı. Tarih boyunca, batılı temsil edenler, şu aşamalarla Hakk'ı engellemeye çalıştılar: Yok sayma, alay etme, dolaylı ikaz, teklif-tehdit, baskı, şiddet, ambargo, imha. Allah'ın son hak dini olan İslam'ı tebliğ eden Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) de bu yöntem uygulandı. Fakat, O yılmadı. Verilen görevi hakkıyla yerine getirmeye çalıştı. Kararlılık gösterdi: "Bir elime ayı, bir elimi de güneşi verseler, yine de davamdan vazgeçmem." İşte, Müslümanları fetih nimetine ulaştıran bu kararlılıktır.
Hakikatın kendi içinde kabul ettirme gücü var. Buna, Allah Rasülü'nün (s.a.v) kararlılığı da eklenince, İslam Mekke'de hızla yayılıyordu. Yüce Rasül (s.a.v) de sahabe kadrosunu yetiştiriyor, onları İslam'ı yaşamaya ve yaşatmaya davet ediyordu. Bu gelişmeler, müşriklerin huzurlarını kaçırıyor, zayıf, aciz ve kimsesiz Müslümanlara karşı işkence ve şiddet uygulamaya çalışıyorlardı. Mekke'de bunalan Müslümanlar çıkış yolu aramaya başladılar. Allah Rasülü'nün (s.a.v) izniyle iki kere Habeşistan'a hicret ettiler. Orada, Necaşi isimli anlayışlı ve hoşgörülü bir hükümdar vardı. Müslümanlar,bir süre orada emniyet içinde yaşadılar. Yüce Rasül (s.a.v) Medine'den Hac münasebetiyle Mekke'ye gelenlerle Akabe Tepesi'nde gizlice buluştu. Onlara İslam'ı anlattı. Talepleri üzerine, Mus'ab bin Umeyr (r.a) isimli genç bir sahabeyi Medine'ye davetçi olarak gönderdi. İslam Medine'de hızla yayıldı. Ertesi sene de Efendimiz'i (s.a.v) Medine'ye davet ettiler.
Müşrikler, müslümanları, Medine'de de rahat bırakmadılar. Orada güçlenip zulüm ve fesatçılık üzerine kurulmuş saltanatlarına son vereceklerinden korktular. Bu amaçla, Bedir, Uhud ve Hendek savaşları yapıldı. Bu savaşlarda umduklarını bulamayınca, barış yapmakla sonuç alabileceklerini sandılar.
Hicret'ten 6 sene sonra,Müslümanlar Kabe ve doğup büyüdükleri Mekke'yi ziyaret etmek istediler. 9 günlük yolculuktan sonra Hudeybiye'ye geldiler. Geride bir günlük yolları kalmıştı. Fakat, müşrikler yolda barış yapmak arzularını bildirdiler. İşin içinde barış olunca, Allah Rasülü (s.a.v) bu fırsatı değerlendirdi. Müşrikler ilk defa Müslüman varlığını kabul ediyor, onlarla anlaşma masasına oturuyorlardı. Kabe'yi bir sene sonra ziyaret etmek gibi, Müslümanların aleyhinde görülen bazı maddeler bulunuyor olsa da, Hudeybiye'de 10 yıllığına barış yapılmıştı.
İnsan, ancak barış ortamında sağlıklı düşünebilirdi. İslam'ın yayılması da buna bağlıydı. Allah Rasülü'nün (s.a.v) barış sonrası ilk önemli icraatı, devlet başkanları ve kabile reislerine İslam'a davet mektupları göndermek oldu. Zamanını güçlü devletlerinden Bizans ve İran hükümdarlarına da davetler ulaştı.
Müşrikler, İslam'ın hızla yayıldığını görünce, Müslümanların himayesindeki Beni Bekir kabilesine saldırdılar. 30 kişiyi öldürdüler. Kendi istekleriyle yaptıkları anlaşmayı tek taraflı olarak bozdular. Allah Rasülü (s.a.v) bu duruma çok üzüldü. Bir taraftan çevre köylerden asker toplamaya, hazırlık yapmaya başladı. Bu hazırlığın neresi için olduğunu kimse bilmiyordu.10.000 kişilik bir ordu oluşunca, bir sabah askerin Mescid-i Nebi'de toplanmasını emretti. Kimse, evden çıkarken seferin nereye yapılacağını bilmiyordu. Hareket emrini verirken "-Seferimiz Mekke'ye olacaktır" buyurdu. Yolda katılan 2.000 kadar askerle birlikte, İslam ordusu 12.000 kişiye ulaşmıştı. Akşam vakti Mekke yakınlarına geldiler. Allah Rasülü, Mekke'ye gece girmek istemiyordu. O gece, ordunun etrafa dağılarak ellerinden geldiğince ateş yakmalarını emretti. Olup biteni kontrol etmek için şehir dışına çıkan Mekkeli gözlemciler bu manzarayı gördüler. Gözleri korktu. Gördüklerini arkadaşlarına anlattılar: "-Yakınımızda öyle bir ordu var ki,onun karşısında kimse duramaz."
Ertesi gün İslam ordusu dört koldan Mekke'ye girdi. Allah Rasülü'nün (s.a.v) gizlilik prensibi, Mekkelilerin hazırlık yapmasına fırsat vermedi. Mekke, kan dökülmeden fethedildi. Ordu, Mekke'ye girerken, hiç kimseye dokunmadı. Allah Rasülü (s.a.v) Mekkelileri Kabe'de topladı: "Hepiniz Allah'ın kullarısınız, serbestsiniz" buyurdu.
İslam ordusu, muhteşem bir görüntü içinde Mekke'ye girerken, kapı aralığından olup biteni takip eden Ebu Süfyan "Ben, Kisra ve Kayserlerin de saltanatını gördüm. Muhammed'in saltanatı hepsinden büyük" diyordu. Bunu öğrenen Allah Rasülü (s.a.v) "Hayır! O, saltanat değil, nübüvvettir" buyurdu.
İslam Tarihi'nin Mekke'ye giriş bölümüne kadar okuyan Batılı tarihçi "Acaba, şimdi Muhammed, baştan beri arkadaşlarını ve kendisine olmadık sıkıntıları çektiren,onları şehirlerinden çıkaran Mekkelilere nasıl davranacak?" diye merak ederken, hepsini affettiğini öğrenince "Hayır! Bu saltanat olamaz. Bu hükümdarlık olamaz. Bu olsa olsa bir hak dinin hayata uygulanışıdır" diyor ve Müslüman oluyordu.
Mekke'nin Fethi'yle birlikte İslam'ın önü açıldı. Müslümanlar Kabe'deki putları temizledi ve özgürlüğüne kavuşturdular. Kölelik mevkiindeki Bilali Habeşi gibi kişiler, efendilik mevkiine yükseldiler. Hak galip geldi. İnsanlar bölük bölük Müslüman olmaya başladılar: Ömrünü, müşriklerin komutanı olarak geçiren Ebu Süfyan ve Peygamberimizi zehirlemeye kalkan hanımı Hind, müşrikleri, şiirleriyle Müslümanlara karşı kışkırtan Ka'b bin Züheyr, Hz. Hamza'yı şehit eden Vahşi... Daha kimler...
Mekke'nin Fethi, kıyamete kadar vuku bulacak fetihlere öncülük ve kaynaklık etti. Fetihle, beldeler esenlik yurdu haline geldi. İnsanlık huzur ve barışa kavuştu. Güven ve emniyet sağlandı. İslam'ın üstünlüğü bütün insanlığa ilan edildi.
Mekke'nin Fethi'nin 1379. yılı hayırlara vesile olsun.
Şakir Tarım
İnsanlık bunalmıştı. Huzur ve barış ikliminde insanca yaşamanın özlemini çekiyordu. Bunun için de kurtarıcı bir el bekliyordu. İnsanlığın beklediği güneş, Nur Dağı'ndaki Hira mağarasında doğuyor ve oradan da bütün insanlığı aydınlatmaya başlıyordu. Mekke'nin Fethi'ni Hira'dan başlatmak daha sağlıklı olacaktır. Çünkü, Mekke'nin Fethi bir sonuçtur. Sonucu hazırlayan sebepleri bilmeden, Mekke'nin Fethi'ni anlayabilmek mümkün değildir. Hira'dan doğan İslamiyet güneşinin dalga dalga insanlığı nasıl aydınlattığını, İslam'ın toplum hayatına nüfuz edişinin usul ve metodlarını ancak bu şekilde hakkıyla kavrayabiliriz.
İlk inen Alak Suresi'nin ilk beş ayetinde üç anahtar kelime görüyoruz: 1. Oku: Öğrenme ve anlamanın yolu budur. 2. Öğret: Bilenin başkalarına öğretme sorumluluğu vardır. İnsanlar ilimle aydınlanır. 3. Kalemle yaz: Bilgiyi geleceğe taşımak ve daha çok insana ulaştırmak bu yöntemle gerçekleşir.
Allah Rasülü (s.a.v) İslam davetini, ilk üç sene gizli; daha sonra da açıktan yaptı. İslam'ın mesajını Mekkelilere ulaştırdı. Tarih boyunca, batılı temsil edenler, şu aşamalarla Hakk'ı engellemeye çalıştılar: Yok sayma, alay etme, dolaylı ikaz, teklif-tehdit, baskı, şiddet, ambargo, imha. Allah'ın son hak dini olan İslam'ı tebliğ eden Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) de bu yöntem uygulandı. Fakat, O yılmadı. Verilen görevi hakkıyla yerine getirmeye çalıştı. Kararlılık gösterdi: "Bir elime ayı, bir elimi de güneşi verseler, yine de davamdan vazgeçmem." İşte, Müslümanları fetih nimetine ulaştıran bu kararlılıktır.
Hakikatın kendi içinde kabul ettirme gücü var. Buna, Allah Rasülü'nün (s.a.v) kararlılığı da eklenince, İslam Mekke'de hızla yayılıyordu. Yüce Rasül (s.a.v) de sahabe kadrosunu yetiştiriyor, onları İslam'ı yaşamaya ve yaşatmaya davet ediyordu. Bu gelişmeler, müşriklerin huzurlarını kaçırıyor, zayıf, aciz ve kimsesiz Müslümanlara karşı işkence ve şiddet uygulamaya çalışıyorlardı. Mekke'de bunalan Müslümanlar çıkış yolu aramaya başladılar. Allah Rasülü'nün (s.a.v) izniyle iki kere Habeşistan'a hicret ettiler. Orada, Necaşi isimli anlayışlı ve hoşgörülü bir hükümdar vardı. Müslümanlar,bir süre orada emniyet içinde yaşadılar. Yüce Rasül (s.a.v) Medine'den Hac münasebetiyle Mekke'ye gelenlerle Akabe Tepesi'nde gizlice buluştu. Onlara İslam'ı anlattı. Talepleri üzerine, Mus'ab bin Umeyr (r.a) isimli genç bir sahabeyi Medine'ye davetçi olarak gönderdi. İslam Medine'de hızla yayıldı. Ertesi sene de Efendimiz'i (s.a.v) Medine'ye davet ettiler.
Müşrikler, müslümanları, Medine'de de rahat bırakmadılar. Orada güçlenip zulüm ve fesatçılık üzerine kurulmuş saltanatlarına son vereceklerinden korktular. Bu amaçla, Bedir, Uhud ve Hendek savaşları yapıldı. Bu savaşlarda umduklarını bulamayınca, barış yapmakla sonuç alabileceklerini sandılar.
Hicret'ten 6 sene sonra,Müslümanlar Kabe ve doğup büyüdükleri Mekke'yi ziyaret etmek istediler. 9 günlük yolculuktan sonra Hudeybiye'ye geldiler. Geride bir günlük yolları kalmıştı. Fakat, müşrikler yolda barış yapmak arzularını bildirdiler. İşin içinde barış olunca, Allah Rasülü (s.a.v) bu fırsatı değerlendirdi. Müşrikler ilk defa Müslüman varlığını kabul ediyor, onlarla anlaşma masasına oturuyorlardı. Kabe'yi bir sene sonra ziyaret etmek gibi, Müslümanların aleyhinde görülen bazı maddeler bulunuyor olsa da, Hudeybiye'de 10 yıllığına barış yapılmıştı.
İnsan, ancak barış ortamında sağlıklı düşünebilirdi. İslam'ın yayılması da buna bağlıydı. Allah Rasülü'nün (s.a.v) barış sonrası ilk önemli icraatı, devlet başkanları ve kabile reislerine İslam'a davet mektupları göndermek oldu. Zamanını güçlü devletlerinden Bizans ve İran hükümdarlarına da davetler ulaştı.
Müşrikler, İslam'ın hızla yayıldığını görünce, Müslümanların himayesindeki Beni Bekir kabilesine saldırdılar. 30 kişiyi öldürdüler. Kendi istekleriyle yaptıkları anlaşmayı tek taraflı olarak bozdular. Allah Rasülü (s.a.v) bu duruma çok üzüldü. Bir taraftan çevre köylerden asker toplamaya, hazırlık yapmaya başladı. Bu hazırlığın neresi için olduğunu kimse bilmiyordu.10.000 kişilik bir ordu oluşunca, bir sabah askerin Mescid-i Nebi'de toplanmasını emretti. Kimse, evden çıkarken seferin nereye yapılacağını bilmiyordu. Hareket emrini verirken "-Seferimiz Mekke'ye olacaktır" buyurdu. Yolda katılan 2.000 kadar askerle birlikte, İslam ordusu 12.000 kişiye ulaşmıştı. Akşam vakti Mekke yakınlarına geldiler. Allah Rasülü, Mekke'ye gece girmek istemiyordu. O gece, ordunun etrafa dağılarak ellerinden geldiğince ateş yakmalarını emretti. Olup biteni kontrol etmek için şehir dışına çıkan Mekkeli gözlemciler bu manzarayı gördüler. Gözleri korktu. Gördüklerini arkadaşlarına anlattılar: "-Yakınımızda öyle bir ordu var ki,onun karşısında kimse duramaz."
Ertesi gün İslam ordusu dört koldan Mekke'ye girdi. Allah Rasülü'nün (s.a.v) gizlilik prensibi, Mekkelilerin hazırlık yapmasına fırsat vermedi. Mekke, kan dökülmeden fethedildi. Ordu, Mekke'ye girerken, hiç kimseye dokunmadı. Allah Rasülü (s.a.v) Mekkelileri Kabe'de topladı: "Hepiniz Allah'ın kullarısınız, serbestsiniz" buyurdu.
İslam ordusu, muhteşem bir görüntü içinde Mekke'ye girerken, kapı aralığından olup biteni takip eden Ebu Süfyan "Ben, Kisra ve Kayserlerin de saltanatını gördüm. Muhammed'in saltanatı hepsinden büyük" diyordu. Bunu öğrenen Allah Rasülü (s.a.v) "Hayır! O, saltanat değil, nübüvvettir" buyurdu.
İslam Tarihi'nin Mekke'ye giriş bölümüne kadar okuyan Batılı tarihçi "Acaba, şimdi Muhammed, baştan beri arkadaşlarını ve kendisine olmadık sıkıntıları çektiren,onları şehirlerinden çıkaran Mekkelilere nasıl davranacak?" diye merak ederken, hepsini affettiğini öğrenince "Hayır! Bu saltanat olamaz. Bu hükümdarlık olamaz. Bu olsa olsa bir hak dinin hayata uygulanışıdır" diyor ve Müslüman oluyordu.
Mekke'nin Fethi'yle birlikte İslam'ın önü açıldı. Müslümanlar Kabe'deki putları temizledi ve özgürlüğüne kavuşturdular. Kölelik mevkiindeki Bilali Habeşi gibi kişiler, efendilik mevkiine yükseldiler. Hak galip geldi. İnsanlar bölük bölük Müslüman olmaya başladılar: Ömrünü, müşriklerin komutanı olarak geçiren Ebu Süfyan ve Peygamberimizi zehirlemeye kalkan hanımı Hind, müşrikleri, şiirleriyle Müslümanlara karşı kışkırtan Ka'b bin Züheyr, Hz. Hamza'yı şehit eden Vahşi... Daha kimler...
Mekke'nin Fethi, kıyamete kadar vuku bulacak fetihlere öncülük ve kaynaklık etti. Fetihle, beldeler esenlik yurdu haline geldi. İnsanlık huzur ve barışa kavuştu. Güven ve emniyet sağlandı. İslam'ın üstünlüğü bütün insanlığa ilan edildi.
Mekke'nin Fethi'nin 1379. yılı hayırlara vesile olsun.
Şakir Tarım
yağmur- Özel Üye
- Aktiflik :
Uyarı Seviyesi :
Mesaj Sayısı : 3962
Puanı : 4330
Teşekkür : 72
Kayıt tarihi : 27/01/10
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Salı Haz. 29, 2021 3:43 pm tarafından yağmur
» Gül’den hiç ders almıyor musun?
Salı Haz. 29, 2021 3:42 pm tarafından yağmur
» Kadir Geceniz Mübarek Olsun
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:51 pm tarafından yağmur
» Kadir Geceniz Mübarek Olsun
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:50 pm tarafından yağmur
» Elveda Ey Şehri Ramazan
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:48 pm tarafından yağmur
» Kadir Gecesinde :((
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:46 pm tarafından yağmur
» Ramazan-ı Şerif Giderken
C.tesi Mayıs 16, 2020 2:44 pm tarafından yağmur
» Ateşten Lokma..!
Paz Ara. 01, 2019 5:43 pm tarafından yağmur
» Kadir Suresi, Okunuşu ve Anlamı
Cuma Mayıs 31, 2019 10:09 am tarafından yağmur
» Allah'ım (c.c.)
Paz Mayıs 05, 2019 7:49 am tarafından yağmur
» En Güzel Duâlar ve Anlamları
Paz Mayıs 05, 2019 7:48 am tarafından yağmur
» Amin
Paz Mayıs 05, 2019 7:46 am tarafından yağmur
» Yetişin...
Paz Mayıs 05, 2019 7:43 am tarafından yağmur
» Ramazan-ı Şerif Ne Demek ?
Paz Mayıs 05, 2019 7:42 am tarafından yağmur
» Ramazan-ı Şerifiniz Mübarek Olsun
Paz Mayıs 05, 2019 7:38 am tarafından yağmur
» Ya Rabbi (c.c.) Ateşten [Cehennemden] Azat Edilenlerden Eyle Bizleri
Paz Mayıs 05, 2019 7:31 am tarafından yağmur
» Abdestten Sonra Yapılan Dualar (Arapça Türkçe)
Paz Ara. 30, 2018 9:36 am tarafından yağmur
» Kendimden Kaçabilsem
Çarş. Kas. 28, 2018 8:11 pm tarafından yağmur
» Özleminle Ey Sevgili
Çarş. Kas. 28, 2018 7:43 pm tarafından yağmur
» Gönlümüzü, gülümüzü soldurma Allâh'ım!
Çarş. Kas. 28, 2018 7:28 pm tarafından yağmur
» Af Dilerim..
Çarş. Kas. 28, 2018 7:26 pm tarafından yağmur
» Ya Rabbah :(
Çarş. Kas. 28, 2018 7:19 pm tarafından yağmur
» Gül Efendim (S.A.V.)
Çarş. Kas. 28, 2018 7:13 pm tarafından yağmur
» Hayâdan ölen kişinin bedeni, sürmelenir..
Çarş. Kas. 28, 2018 7:12 pm tarafından yağmur
» Ey Yar (S.A.V.)
Çarş. Kas. 28, 2018 7:11 pm tarafından yağmur
» Onur, Can ve Mal Gibi Dokunulmazdır..
Ptsi Kas. 19, 2018 9:26 am tarafından yağmur
» O'nun (s.a.v) Ahlâkı Kur'an'dı.
Ptsi Kas. 19, 2018 9:26 am tarafından yağmur
» Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi ve sellem)'i Sevmeliyiz..!
Ptsi Kas. 19, 2018 9:25 am tarafından yağmur
» Çağın Karanlığından Peygamberimizin Huzur'una?
Ptsi Kas. 19, 2018 9:22 am tarafından yağmur
» Şefaat Ya Rasulallah (Sallallahu Aleyhi Vesellem)
Ptsi Kas. 19, 2018 9:20 am tarafından yağmur
» Milletimizin ve Tüm İslâm Aleminin Mevlid Kandili Hakkımızda Hayırlara Vesile Olsun.
Ptsi Kas. 19, 2018 9:17 am tarafından yağmur
» Ya Rasulallah (SAV)
Ptsi Kas. 19, 2018 9:16 am tarafından yağmur
» Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) Efendimiz'in Mübarek Doğum Günü "MEVLİD KANDİLİNİZ MÜBAREK OLSUN"
Ptsi Kas. 19, 2018 7:53 am tarafından yağmur
» ❤Mevlid Kandiliniz Mübarek Olsun❤
Ptsi Kas. 19, 2018 7:45 am tarafından yağmur
» Minber’den Ötelere Bakış
Perş. Kas. 15, 2018 10:47 am tarafından yağmur
» Örnek Hanımefendi Hz. Fatıma Radıyallahü anhâ
Perş. Kas. 15, 2018 10:36 am tarafından yağmur
» Hayret Doğrusu
Paz Ekim 07, 2018 4:04 pm tarafından yağmur
» Göz Kalbin Elçisidir
Paz Ekim 07, 2018 3:56 pm tarafından yağmur
» Rabbül-âlemin, âşıklar için Yâr'dır..
Paz Ekim 07, 2018 3:55 pm tarafından yağmur
» Her Sabah Sizden 8 Şey İsteniyor.!
Paz Ekim 07, 2018 3:54 pm tarafından yağmur
» Başkaları Bilmese de Olur..
Paz Ekim 07, 2018 1:16 pm tarafından yağmur
» Sohbet; Güzelle Güzeldir..
Paz Ekim 07, 2018 1:15 pm tarafından yağmur
» İSLAM'IN KADINA VERDİĞİ DEĞER.. (Bir de bu açıdan düşünün..!)
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:26 pm tarafından yağmur
» BOZUK SİMİT PARALARI İLE CENNETİ SATINALMAK
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:24 pm tarafından yağmur
» Artan Pilav
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:24 pm tarafından yağmur
» Ömür Sermayesi..
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:21 pm tarafından yağmur
» Mecnun ve Devesi
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:20 pm tarafından yağmur
» Usta ve Şaşı Çırak..
Ptsi Eyl. 24, 2018 12:18 pm tarafından yağmur
» İlâhi ente maksûdî ve rızâke matlûbî
Paz Eyl. 23, 2018 1:15 pm tarafından yağmur
» Bakî olan yalnız Allah (c.c.)’tır..
Paz Eyl. 23, 2018 1:12 pm tarafından yağmur